Aşık olduğum zaman çok güzel kızlara aşık olurum. 'Niye aşık oldun?', 'çünkü çok güzel' işte bu kadar basit .
Yakışıklı ne acayip di mi? ben de yürüyorum, o da yürüyor.Ağzı varyemek yiyor, eli filan da var, aynı benim gibi. Düşününce totalde aynıyız. ama o yakışıklı. Birşey yapmasına gerek yok, dursa yeter.Ağzını açtığı zaman herkes onu dinler, saçmalama kredisi sonsuzdur. Senin bir tip yakışan saçın vardır, onun hepsidir.Kazıt o saçını senin çıksın topatan kavunu gibi kafan ortaya, o ise yine yakışıklı.Bir de bu durumun farkında değil gibi orospu çocuğu, ben ise hayatım boyunca bir jöleden çok şey bekledim.Turistin mavi gözlü sarışın çocuğunu sevdiğimiz gibi, 32 yaşında olmamıza bakmadan 4 yaşındaki çocuğun etrafına toplanmamız, onu güldürmeye çalışmamız gibi severiz, utanmasak elimizi çocuğun omzuna atıp, 'Ben Ulrih'leyim siz hepinizsiniz var mısınız lan maça' dememiz gibi ucundan eklenmeye çalışırız yakışıklıya.Okurlar biz sıramızın gelmesini çok bekledik.Ve ne olduysa oldu devran dondu, rüzgar bizden tarafa esmeye başladı.Haber geldi, 'samimiyet' bayrakları açılmış toplumda.Samimi olmak prim ediyor dediler... Sorduk; 'nasıl yani? Sadece samimi olmak yetiyor mu?' 'Evet abi. Ne olursa olsun samimi olsun deniyor ortamlarda.Cahil de olsan, aptal da olsan... Yahu konuşturmayın adamı işte! Samimice itiraf etmek yetiyor işte, anında prim yapıyor.' dendi. Çıktık yuvalarımızdan. Zaman artık bizim zamanımızdı, beklediğimiz gün gelmişti.En önden ben koştum.Anlattım başımdan geçenleri, aptallıklarımı. Bence etkileyici bir üslupla sunulmuş, içi de komik şapşallıklar barındıran hikâyelerdi. Bir iki etkilenme olunca, bir tane daha anlattım. 'sevimli şapşal şey' damarımı iyice eşeledim, anlattıkça anlattım.En mahremlerine kadar, altıma sıçmalı anılara kadar bir bir anlattım.Baktım hafiften bir tiksiniliyor rotayı ebeveynlere 31de yakalanmalı anılarıma cevirdim.Büsbütün iğrenildi.Yakışıklı arkadaşım Efe ise birkaç 'sosyal beceriksizlik' anısını anlatıp, 'İnanmıyorum efe.Çok sevimliymişsin' nidaları eşliğinde bu samimiyet rüzgârından çok güzel ekmek yedi. Efe sayesinde tanıştığım kızlarla bağlantım ise ileriye yönelik beklentiler içerisinde sürdü.Efe'nin eski takıldığı kızlardan biri Bengü 'yle bir gün Beşiktaş’ta karşılaştık.Nasıl olduysa beni tanıdı.Ne istiyordu bu Bengü benden, sadece güzel olması bile ona aşık olmama sebepken bir de benim farkımda olması... Yoluna mı atayım kendimi, yoksa şaki olup dağa mı çıkayım, bunu mu istiyor benden? 'Sen Efe'nin arkadaşısın di mi?' dedi. Başımı sallayarak onayladım. 'Efe anlatmıştır biz ayrıldık onla' dedi. 'Vay be ben evde oturup kalemle mandalina liflerini tırnaklarımdan sökerken insanlar neler yaşamış.' diye içimden geçirdim ve acı acı gülümsedim. Efeyi hala çok sevdiğini filan söyledi. 'Ulan Efe'yi dedem de sever, yakışıklı, zengin çocuk, beni sevsene.' demek istedim, diyemedim.Gözleri dolmuştu, benimkiler de doldu.Sonra toparlanmaya çalışarak her şeye rağmen gülümsedi. 'Neyse saçmalıyorum işte. boşver beni. Sen ne yapıyorsun? yürüyelim mi işin yoksa?' dedi.Yürüdük. 'Sen hep susuyorsun. anlatsana kendini' dedi.Boşver manasında başımı salladım.Gerçekten de anlatacak bir şey aklıma gelmiyordu.'Ama gerçekten merak ediyorum. her insanın bir hikayesi vardır' dedi. Karşılaşmadan önce 'ağzıma bakalım şu çubuk krakeri enlemesine sokabilecek miyim' diye bir deney yapıyordum ve karşılaştığımdan beri ağzımda enlemesine duruyordu o kraker.Önce onu yedim. Sonra bütün gücümü toplayıp, bütün samimiyetimle 'Göğüslerin çok güzelmiş' dedim.
Yakışıklı ne acayip di mi? ben de yürüyorum, o da yürüyor.Ağzı var
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder